Fener-BALAT-GEZELİM-GÖRELİM
Bu semtte yer alan dik yokuş İstanbul’un yedi tepesinden birinde Yavuz Selim Camisi’ne kadar devam eder. Bizanslılar bu yokuşa Petrion (kaya) demişler. Burada surlardan başka iç kale de bulunuyormuş. Bizans’ı yerle bir eden 1204 Haçlı Seferi’nde Petrion’dan şehre girmişler. Çünkü başta düşman gibi görülmeyen Haçlı donanması Haliç’in meşhur zincirlerinden geçmiş. Buradan surlara saldırabilmiş.
Fatih’in fethinden önce Ege adaları ve Mora’ya kaçan bölge sakinleri, fetihten sonra Fatih’in a-dil ve özgür yönetimi neticesinde adalardaki bazı aristokrat aileler ile birlikte geri dönmüş. Bu soylu ve varlıklı Bizans aileleri Osmanlı döneminde uzun süre tercümanlık, Eflak Boğdan voy-vodalıkları, sadrazamlık vb. görevlerde bulunmuşlar.
Fener, 1601 yılında Patrikhane’nin buraya taşınması nedeniyle Rum Ortadoks cemaatinin dini merkezi olmuş.
1821’deki Mora ayaklanmasından sonra ise bölge halkı Avrupa’ya göç etmiş.
Bir dönem aristokratların yaşadığı semt bu tarihlerden sonra Anadolu’dan gelen insanlara mekan olmuş. Ancak kendini yenileyemeyen semtte ahşap evler bir hayli yıpranmış. 1985 yı-lında İstanbul’un Unesco Dünya Kültür ve Doğa Mirasını Koruma Sözleşmesi’ne dahil edilme-sinden sonra ise Fener-Balat rehabilitasyon projesi başlamış. Bir çok evin bu kapsamda resto-re edildiğini görüyoruz.
Fener Rum Patrikhanesi
Rum Ortodoksların hacı olmak için ziyaret etmesi gereken çok özel bir yer. Nasıl ki Katolikler için merkez Vatikan ve dini lider Papa’ysa, dünyadaki tüm Ortodokslar için Fener’deki Konstantinopolis Ekümenik Patrikhanesi dini merkez, buradaki Patrik de dini lider.
Patrikhane oluşunu simgeleyen Patrik tacı bulunuyor. Ayrıca kapıdan içeri girdiğinizde mum yakılan dilek bölümü var. Patrik Tahtı, altın kaplama panel, Hz. İsa’nın çarmıha gerilmeden önce bağlanarak kamçılandığı, Kudüs’ten getirtilen ve diğer parçası da Vatikan’da olan siyah granit sütun ve kutsal Aya Yorgi kilisesi
Fener Rum Patrikhanesi, ya da dünyada bilinen ismiyle Constantinopolis Ekümenik Patrikhanesi, Fener semtinde yer alıyor. Aya Yorgi Kilisesi de bulunduğu için Fener Rum Patrikhanesi adıyla anılan yapı, 250 milyon Ortodoks Hristiyan için ruhanî önderlik konumunda olan bir kurum.
Fener semti, Ortodoksların manevi başkenti sayılıyor. Ortodoks kilisesinin başpisko-posluğu olan Fener Rum Patrikhanesi, 4.yüzyılda Hz. İsa’nın havarilerinden Aziz Andrea tarafından kurulmuş bir yapılar bütünü. İçerisinde Patrik’in makamı, Aya Yor-gi Kilisesi, kütüphane ve diğer resmi bölümlerin yer aldığı patrikhanenin içi hayli gös-terişlidir.1453’te İstanbul’un fethinden sonra, gayrimüslim toplumların yaşayışına dair düzenlemeler, Fatih Sultan Mehmet’in çıkardığı fermana bağlandı ve böylece Fener Rum Patrikhanesi’nin yasal statüsü süreklilik kazandı. Fatih Sultan Mehmet’in ferma-nında patrikhaneye çok geniş haklar tanınıyordu. Fatih’in hiçbir mecburiyeti yokken onlara bir takım dini imtiyazlar tanımaktaki gayesinin, doğu ve batı kiliselerini birbi-rinden ayırmak olduğu biliniyor. II. Mehmet’in çıkardığı fermanla statüsü saptanan Rum Ortodoks patrikleri, cemaatin evlenme, cenaze gibi adetlerini özgürce uygulaya-bilmesini denetliyorlardı. Patrik, bir vezir statüsünde kabul edilir, kendisine divanda yer verilirdi. Maiyetindeki diğer yöneticiler ile birlikte her türlü hizmet ve vergiden mu-aftı. Rum cemaatine dair konuların görüşüldüğü meclise başkanlık eden patrik, hu-kuki ve cezai işlerde tam yetkili idi. Böylece patrik, Rum Ortodoks toplumunun tar-tışmasız lideri olarak, Bizans dönemindeki haklarından fazlasına kavuştu. 6.yüzyıldan beri Ekümenik Patrik sıfatıyla dünyadaki tüm Ortodoksların ruhani lideri iken 1856’-daki Islahat Fermanı ile patriklerin yetkileri, dini konularla sınırlandı.Hizmet binasının 1941’de yanması üzerine, onarımı 1991’de tamamlandı
Patrikhane Kilisesi (Aya Yorgi) 1720’lerde yapılmış. Aya Yorgi Kapadokya’da doğmuş bir aziz. Saint George olarak da biliniyor.
Siyah renkli ana kapı: kapalı ve hoş olmayan bir anısı var.1821’de II. Mahmut döneminde Yunanistan’da Mora isyanı başlıyor. Rumlar binlerce Müslümanı katlediyorlar. Mücadelenin başını kilise ve papazlar çekiyor. Padişah emriyle Patrikhane basılıyor.Mora isyanına ait belgeler ve patrik 5. Gregoryus’un Rus çarına yazdığı ihanet mektubu ele geçiriliyor. Bunun üzerine patrik suçlu bulunarak bu kapının önünde asılıyor. Gregoryus’tan sonra gizlice toplanan patrikhane yönetimi, aynı yerde bir Türk devlet veya din adamı asılana kadar kapının kapalı tutulmasına karar veriyor. Buranın adı Kin Kapısı olarak kalmıştır.3 metropolitin burada idam edilmesi anısına kapalı tutulan ana kapı yerine yapıya giriş sol kapıdan gerçekleştiriliyor.
Kilise giriş kapısının üzerinde çift başlı Bizans Kartalı var.Girişte narteks (koridor) bulunuyor.Soldaki kapıdan patrikhane kilisesi olan Aya Yorgi’ye geçiliyor. Constantinopolis Ekümenik Patrikhanesi. 4.yüzyılda Hz. İsa’nın havarilerinden Aziz Andrea tarafından kurulmuş bir yapılar bütünü. Lozan Antlaşması’yla Cumhuriyet döneminde patriklerin tüm ayrıcalıkları kaldırıldı. Ana kapı, 1821’de Yunanistan’ın bağımsızlığı için ayaklanan Rum çetelerine para ve silah yardımında bulunduğu ve Mora Ayaklanmasını kışkırttığı gerekçesiyle II. Mahmut’un emriyle Patrik V. Grigorios’un idam edildiği tarihten bu yana kapalı tutuluyor. 1821’deki Mora İsyanını desteklediği gerekçesiyle idam edilen ve 3 metropolitin burada idam edilmesi anısına kapalı tutulan ana kapı yerine yapıya giriş sol kapıdan gerçekleştiriliyor. Soldaki kapıdan patrikhane kilisesi olan Aya Yorgi’ye geçiliyor
Kilise altın işçiliği, fildişi sedef ve mermerden yapılan görüntüsü ile eski Bizans Kilise ihtişamını yansıtması açısından güzel bir örnek.
Müslümanlıktaki minbere benzer dua kürsüsünde özel günlerde dua yapılıyor.
Üç azizenin tabutu:sağda, Azize Eufemia, Teofano ve Solomoniye olmak üzere üç azizenin tabutu yer alıyor. Patrikhane’de ayrıca Rum Ortodoks cemaatinin elinde kalmış değerli dini eşyalar da mevcut.
1601’de Patrikhane bugün içinde bulunduğu Aya Yorgi Manastırı’na yerleşmiş.
Avluda Patrikhane binası ve kütüphane binaları da bulunuyor.
Sancaktar Yokuşu: Fener Balat’taki en çok fotoğraflanan yokuşların biri de, Rum Lisesi’ne (Kırmızı Mektep) çıkan Sancaktar Yokuşu.
İncir ağacı kahvesi: İçinden incir ağacı çıkar
Kantemir Evi
Tarihçi Romen Prensi Dimitri Kantemir gençliğinde gönderildiği Enderun’da doğu kültürünü öğrenmiş. 1710’da Boğdan voyvodalığına atanmış. Aralıklarla yaşadığı İstanbul’da “Osmanlı İmparatorluğunun Yükselişi ve Çöküşü” adlı bir eser yazmış. Kendi icadı olan nota sistemi ile birçok klasik besteyi yok olmaktan kurtarmış. Osmanlı kültürünü batıya tanıtmış.
Kantemir Rusya’ya gittikten sonra da yazarlığa devam etmiştir. Kantemir’in, Osmanlı tarihi ile ilgili yazdığı kitabın batıda Osmanlı’ya ön yargı oluşturduğu öne sürülmüş. Kitap, Avrupa Devletleri’ne Türkler’i yenilgiye uğratmak için hayati önem taşıyan siyasi ve askeri öğütler içermekteymiş. Bu nedenle hain ilan edenler de bulunmaktaymış.
Kantemir’in Balat’ta oturduğu harap olmuş ev, Avrupa Birliği ve Fatih Belediyesi’nin ortaklaşa yürüttüğü proje kapsamında restore edilip 2010 yılında hizmete açılmış. Üst kat müze, alt kat Fatih Belediyesi’ne ait sosyal merkez olarak hayata geçirilmiş. Geldiğimizde alt katta bir kafe vardı.Avrupa Birliği ve Fatih Belediyesi’nin birlikte yürüttüğü "Fener ve Balat Semtlerinin Rehabilitasyon Programı" çerçevesinde restore edilen Boğdan Prensi Dimitri Kantemir’in evi müze olarak açıldı.
Dimitri Kantemir Kimdir? İstanbul’a 15 yaşındayken gelip 22 yılını burada geçiren ve 18. yüzyıl Türk musikisinin en önemli bestecilerinden olan Dimitri Kantemir, Doğu ve Batı kültürlerinin buluşmasında büyük bir rol oynadı. Her iki kültürün felsefesine ve sanatına da hakim olan Kantemir, eserleriyle İstanbul’un kültür hayatına kalıcı izler bırakmış bir şahsiyet. Kendi icadı olan nota sistemi ile birçok klasik besteyi yok olmaktan kurtardı, Türk musikisi makamlarıyla şarkılar besteledi ve ileri yaşlarını da Osmanlı kültürünü batıya tanıtmakla geçirdi.
Dimitri Kantemiroğlu ya da Dimitrie Cantemir (26 Ekim 1673 - 1723) Osmanlı Devleti'ne bağlı Boğdan eyaletinin Beyi, Romen asıllı tarihçi ve yazar, İstanbul'da yaşadığı süre boyunca Klasik Türk müziğine büyük katkılarda bulunmuş müzik uzmanı.
Dimitri Kantemiroğlu İstanbul'da yaşadığı süre (1687-1710) boyunca sadece Türk müziği değil, tarih, siyaset, felsefe ve din konularında da birçok kitap yazdı. Romence/Rumca yazdığı Divanul sau Gâlceava Înţeleptului cu lumea sau Giudeţul sufletului cu trupul (1698) (Vücutla Ruh Arasındaki Anlaşmazlık Konusunda Ulaşılan Hükümün Divanı) felsefi bir kitaptır. Istoria ieroglifică (1705) Romence yazılmış ilk roman olarak bilinir
Rusya’dayken yazarlığa devam eden Kantemiroğlu 1714-1716 yılları arasında Osmanlı tarihi hakkında Latince bir kitap hazırladı. Batı'da Osmanlı Devleti konusunda oluşan önyargıların büyük kısmına bu kitabın sebep olduğu ileri sürülmüştür. Kitap, Avrupa devletlerine Türkler'i yenilgiye uğratmak için hayati önem taşıyan siyasal ve askeri öğütler içermekteydi. Çar Büyük Petro kitabın bir an önce Rusça'ya çevrilmesi için emir verdi. Kitap daha sonra 1734 yılında İngiltere'de, 1743 yılında da Fransa'da yayımlandı. İngiltere Kraliçesi Caroline'ın uzun süre bu kitabı başucundan ayırmadığı söylenir
1714 yılında Berlin Kraliyet Akademisi'nin isteği üzerine Kantemiroğlu Boğdan'ı coğrafi,etnik ve ekonomik açıdan tanıtan Descriptio Moldaviae (Boğdan'ın Tasviri) kitabını yazdı, Boğdan'ın tarihteki ilk haritasını hazırladı. Roma-Cermen İmparatoru VI. Karl, hizmetleri karşılığında Kantemiroğlu'nu Roma-Cermen Prensi sıfatıyla onurlandırdı.
Türkiye'deki tartışmalar: Kantemiroğlu'nun mirasına Türkiye'de hem olumlu, hem de olumsuz yönlerden bakılmıştır. İstanbul'da yaşadığı dönemde Türk müziğine ve Türk kültürüne yaptığı katkılar övgü toplarken, İstanbul'dan ayrıldıktan sonra Osmanlı Devleti'ne karşı takındığı aşırı düşmanca tutum eleştiri konusu olmuştur.
1 Aralık 2003'te İstanbul'un Şişli ilçesinde bulunan Maçka Parkı'na dönemin Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül'ün öncülüğüyle bir Dimitri Kantemiroğlu büstü konuldu ve parkın ismi Maçka-Dimitrie Cantemir Parkı olarak değiştirildi. Transilvanya'nın Romanya'ya katılmasının yıldönümü olduğu için her yıl Romanya'da Birleşme Günü adı altında bayram olarak kutlanan 1 Aralık'ta yapılan bu açılış törenine Romanya Cumhurbaşkanı Ion Iliescu da katıldı. Kantemiroğlu'nun parktaki bu büstünde aşağıdaki yazı yer almaktadır:
Dimitrie Cantemir
Romen Prensi (1673-1723) 1698 -1710 yılları arasında İstanbul'da yaşadı. Tarih ve Musikî araştırmacısı. "Osmanlı Devleti'nin yükselişi ve gerileyişinin tarihi" adlı bilimsel eserin yazarı. Bu yere 330. doğum yılı anısına "Maçka - Dimitrie Cantemir Parkı" adı verilmiştir.
Şişli Belediye Başkanlığı 2003
Büstte, Kantemiroğlu'nun Osmanlı yöneticisiyken Boğdan'ı Rus Çarı'na gizli antlaşmayla teslim etmesinden bahsedilmemesi, ertesi yıl Mustafa Sarıgül'ün Romanya Cumhur-başkanı'nın elinden Bükreş’te Devlet Üstün Hizmet Madalyası alması ve Mustafa Sarıgül'ün daha önce Romanya'da fabrikalarının bulunması Türkiye'de eleştirilere sebep oldu. Nitekim 18. yüzyıl Fransız yazarı Voltaire'in XII. Charles'ın Tarihi adlı kitabında şu cümleler yer alır. Kantemiroğlu hangi aileden gelirse gelsin tüm varlığını Babıali'ye borçludur. Beyliğinin beratını henüz almışken velinimeti olan Türk Padişahı'na, daha çok umut bağladığı Çar'ın yararı için hainlik etti.
Fener Rum Lisesi
yokuşun bitiminde yükselen kırmızı muhteşem yapı
Girişinde bir tanıtım yazısı var:
Özel Fener Rum Lisesi ve İlköğretim Okulu Fransa’dan getirilen kırmızı tuğlalar ile şimdiki binası inşa edildiği için halk arasında Kırmızı Mektep olarak anılmaktadır. İstanbul’un 1453 yı-lında fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet’in 1454 yılında Ortodoksların eğitimlerini kendi dil-lerinde yapabileceklerine dair bir ferman vermesinden sonra Fener semtinde bir okul kurularak eğitim ve öğretime başlandı. Zaman içinde Patrikhane Akademisi ve Rum Mektebi Adını alan okula Osmanlılar geniş imkanlar sağladılar. 1861’de klasik eğitim veren bir liseye dönüştü. Şimdiki binası 1881’de Mimar Konstantin Dimadis tarafından inşa edildi. Okulun arkası yine bu okul mezunu Moldovya Prensi Dimitri Kantemir tarafından bağışlanmıştır. Okul giriş ve üç kat-tan oluşan bir yapıya sahiptir. Kubbesi yerden 40 metre yüksekliğe sahip olup 3020 metrekare kullanılabilir alana sahiptir. Kuşbakışı görünüşünün ise kartalı andırdığı söylenmektedir.
Rum Lisesi 1980’lere kadar erkek lisesiymiş. Yakındaki kız lisesinde 3 öğrenci kalınca birleşti-rilmiş. Burada dünyevi, Heybeli Ruhban Okulu’nda ise dini eğitim verilirmiş.Günümüzde İstanbul’da yaklaşık 1250 Rum yaşıyormuş. Eskiden 800 öğrenci varken şimdilerde 50 öğrenci varmış
Kanlı Meryem kilisesi:
Rum Lisesi’nin hemen arkasında bulunuyor.
Meryem Ana Rum Ortodoks Kilisesi (Kanlı Kilise, Moğollar’ın Meryem’i Kilisesi, Panayia Muhliotissa Kilisesi)
1453 İstanbul’un fethinden sonra İstanbul’daki tüm kubbeli kiliseler camiye çevrilmiş. Sadece Moğolların Meryemi Kilisesi cami yapılmamış. Sebebi ise Fatih Sultan Mehmet tarafından imzalanmış ve bu kiliseye dokunulmamasını emreden bir ferman. İstanbul Fatih Camii’nin Rum mimarı Hristodoulos’ın Fatih Sultan Mehmet’e ricası üzerine, Kanlı Kilise Hristodoulos’un annesine bağışlanmış.
Hiçbir dönemde camiye dönüşmemiş İstanbul’daki tek kilise. 13. yüzyılda kırmızı tuğladan yapılmış.
Fatih Camisi’ni yapan Rum asıllı Mimar Atik Ali, Fatih’e ricada bulunduğu için kiliseye çevrilmiyor.
İçeride fotoğraf çekmek yasakmış.
Duvarda Fatih’in fermanı (Orjinali Fener Rum Patrikhanesinde) var.
Fermanın üstünde Noel Baba olarak bilinen Aya Nikola’nın freski bulunuyor. Aynı zamanda gemicilerin azizi.
Kanlı Kilise denmesinin nedeni fetih sırasında Balat kapısından giren Türk askerleri ile Bizanslılar arasında en kanlı çarpışmaların bu kilisenin yakınlarında gerçekleşmesi. İlk yapıldığında üstü kubbe ile örtülü merkezi çevreleyen yarım kubbelerin oluşturduğu bir yonca yaprağı olarak tasarlanan kilise geçirdiği çok sayıda onarım sonucunda asimetrik hale gelmiş.
Moğollar’ın Meryem’i denen aslında Bizanslılar’ın Maria isimli bir prensesi. Diplomatik olaylarda kullanılmış bir prenses. Moğollar büyük tehlike olunca Moğol Hanı Hülagü ile evlenmek üzere gönderilmiş. Deve üstünde geçen uzun bir yolculuğun ardından vardığında Han’ın ölmüş olduğunu öğreniyor. Oğlu Abagü Han’la evleniyor. 15 yıl sonra savaşta O da ölünce başkası ile evlendirilmek istenmiş. O geri dönmeyi tercih etmiş. Bu kilise-manastırda hayatını tamamlamış. Prenses Maria, Moğollarin Meryem’i
KİREMİT CADDESİ
En renkli sürprizlerden biri Kiremit Caddesi’dir. Yıkılmamak için sanki birbirinden destek alırcasına duran renkli evleriyle meşhurdur bu cadde.
BALAT :Özellikle Musevi mahallesi olarak Bizanslılara kadar dayanmaktadır. Ba-lat’tın bulunduğu bölgede eskiden büyük bir saray varmış ve buradaki semtin adına Palation deniyormuş. Zamanla bu isim değişerek Balat olmuş.Osmanlılar döneminde de Yahudi yerleşmesi olan Balat; mimari yapısı, içinde bulunan kilise ve sinagogları, esnafı, hamamı ve çarşısıyla sosyo-ekonomik ve kültürel açıdan İstanbul'un yaşayan semtlerinin başında gelmiştir.Camiyle kilise, sinagogla ayazma yanyana bulunuyor. Osmanlı döneminde yahudiler ağırlıklı olarak buraya yerleşmişlerdir. Balat’a ilk yerleştirilenler: Makedonya’nın Kastorio şehrinden gelen 100 kadar yoksul Yahudi ailesidir. Bu aileler: burada geldikleri semtin adını taşıyan “Kastorya Sinegogu” nu inşa edip çevresine yerleşmişlerdir.1492 yılında: Granada şehrinin düşmesiyle, İspanyol engizisyonu tarafından sürekli sıkıştırılan Yahudi cemaati İspanya’yı terk etmeye zorlanınca: dönemin Osmanlı sultanı Sultan II. Beyazıt tarafından İstanbul’da davet edilmişler ve Balat’a yerleştirilmişlerdir. Bu yeni gelen Yahudiler: “Seferad” olarak isimlendirildi. Bu sözcük İbrani dilinde “İsyanyol” demektir. Bu İspanyol Yahudileri, geldikleri yerin “Kastilya” lehçesini konuşuyorlardı. Ardın-dan 1497 yılında Portekiz ve İtalya’dan ve 1599 yılında Rodos’tan gelen Yahudiler; yine buraya yerleşerek Balat semtinde Gerus, Neve Şalon, Messine ve Montias sine-goglarını kurmuşlardır.Genelde Musevi ağırlıklı olmakla birlikte, Balat'ın Fener'e ya-kın olan Tahta Minare ve Kariye Camii'nin altında Rumların yaşadığı, sahilde Surp Hreşdagabet Kilisesi çevresinde ise Ermenilerin odaklaştıkları bilinmektedir. İstanbul’da ilk matbaa 1894 yılında Yahudiler tarafından kurulmuştur.Özellikle 1942 yılında yürürlüğe giren “Varlık Vergisi” ve 1948 yılında İsrail Devletinin kurulmasıyla, Balat Yahudileri: 1950’lerde İsrail’e göç ettiler. Bu göçe: ikinci askerlik hizmeti ve 6-7 Eylül olaylarının da etkili olduğu bilinmektedir.
Ahrida-Ohrida sinagogu:1427 yılında kurulmuştur. Ancak, sinagog binası, 18 yüzyılda Makedonya’nın Ohrid şehrinden gelen Yahudiler tarafından onarılarak kullanılmaya devam edilmiştir.17 yüzyılın ünlü sahte mesihi diye bilinen Sabetay Sevi, bir dönem, burada cemaate hitap etmiştir. Sebatay Sevi: İzmir doğumludur. 1665 yılında Selanik şehrinde ortaya çıkmış, fikirleri ve söylemleriyle halkı etkileyerek Museviliği yaymaya çalışmış, Hanuga (ışık) bayramının düzenli yapıldığı sinagogtur.
İstanbul’un en büyük Sinagogu olma özelliğine sahip olan Ahrida Sinagogu’nun en önemli özelliği Teva’sının (Dua Kürsüsü) tekne pruvası şeklinde yapılmış olması. Bir inanışa göre bu tekne pruvasının ”Nuh’un Gemisini” anımsattığı söylenir. Bir diğer inanışa göre ise, tekne pruvasının Balat’a getirilen Yahudileri taşıyan kadırgaya ithafen yapıldığı söyleniyor.
Surp Hreşdagabet kilisesi:1835 te yapılmış demir giriş kapısında İsanın göğe yükselişi tasvir edilir. Kilise “Mikail ve Cebrail” yani “Baş meleklere” adanarak inşa edilmiştir.(Mikail;Eski Ahit'te İsrailoğulları'nın koruyucusu, birinci ve büyük reis, Yeni Ahit'te İblis'e karşı çıkan, baş melek ve göğün reisidir.
İslamda
Evrendeki doğa olaylarından görevlidir. Ucuzluk, pahalılık, kıtlık, bolluk yapmak, refah ve huzur getirmek ve her maddeyi hareket ettirmekle de görevlidir.
Cebrail: İbrahimî dinlerde Tanrı'nın mesaj ve emirlerini vahiy yoluyla peygamberlere ulaştıran ve ilk olarak Tanah'da tanımlanmış bir başmelektir.)
Kilisenin bodrum katında “ayazması” vardır. “Ayios Andonios” denen bu ayazma, kilisenin daha önce Ortodoks kilisesi olduğunu kanıtlamaktadır. Bodrum katında: ayrıca: Aziz Ardemios ve Azize Peprone’nin kemikleri Saklanmaktadır.Kilisenin içinde: ana mekandan, yandaki galeriye açılan bölümdeki bir ağır demir kapı ilgi çeker. Kapının bir tarafı “Latince” ve bir tarafı “Almanca” yazılıdır ve kabartmalarda “Ejderhayı öldüren St George ve tapınak hırsızlarını kovan Hz İsa” görülmektedir. Söylentiye göre: Bu kapı: Sultan I. Mahmut döneminde; Topkapı sarayında yapılan bir kazıda bulunmuş, kilisede, bulunduğu yere takılmıştır. Bu kilisede, günümüzde, yılın belli günlerinde kurban olarak koyun ve horoz kesilir ve her dinden, yoksul insanlara dağıtılır.Balat Surp Hraştagabet Kilisesi özellikle felçli hastaların şifa a-radığı bir yer
Ferruh Kethuda camii:Mahkeme altı caddesinde Mimar Sinan yaptı. 1562-1563 Sünbüliye koluna ait bir tekke
Balat Çavuş Hamamı:İstanbulun en eski hamamı. İstanbul’daki en büyük Türk hamamı Küçük Mustafa Paşa Hamamı, Sultan 2. Beyazıt’ın veziri, Cem Sultan olayında Cem Sultan’ın tarafını tuttuğu için 1483’te idam edilen Küçük Mustafa Paşa tarafından yaptırılmış.
Balat çarşısı: çıfıt çarşısı da denir. çıfıt Osmanlı döneminde Yahudiler için kullanılan bir terim. Çarşının en önemli kısmı leblebiciler sokağı, zanaatkarların oluşu çarşıyı önemli kılar
AGORA MEYHANESİ
1890’da bir Rum olan kaptan Asteri, Balat çarşısında bir Meyhane açar.
Meyhanesine de Rumca “meydan” anlamına gelen “Agora” adını koyar. Meyhane masa yerine kullanılan dev fıçıları ve ucuz şaraplarıyla kısa zamanda ün yapar.
Ama meyhanenin ününü artıran olay ilgisiz bir biçimde İzmir kaynaklıdır. Aradan zaman geçer…
Tarih 1959’dur. Onur Şenli adında bir tıp fakültesi öğrencisi Komşu kızına aşık olur ama aşkına karşılık bulamaz.Aşk acısı ona soluğu birçok zaman, İzmir’in Agora semtinde aldırmaya başlar. Çünkü Agora salaş meyhanelerin mekanıdır.
Bir gün bu salaş meyhanelerden birinde içtikten sonra eve gelir Ve bir mektup yazmaya başlar aşkına.
Mektup şöyle başlar:
“Sana bu satırları bir sonbahar gecesinin felç olmuş köşesinden yazıyorum.”
Onur Şenli mektubun ileriki bölümlerinde fakına varır ki aslında bir mektup değil bir şiir yazmaktadır. Şiirine de şu adı koyar: Gece, Şarap ve Aşk.
Onur, şiiri yayımlatmak için fakültenin dergisine gönderir, Şiiri kabul edilir.
Şiir dergide tam basılmak üzereyken, Ege Expresi gazetesinin kültür-sanat editörü tarafından görülür. Editör şiiri yayınlar ama adını değiştirerek.
Şiirin adı olur Agora Meyhanesi.
Şiir o kadar sevilir ki, dillere pelesenk olur.
Hatıra defterlerinde yer alır, Sevgililerin kulaklarına fısıldanır.
Şarkısı yapılır, Şarkıyı neredeyse ünlü olup da söylemeyen sanatçı kalmaz. Müzeyyen Senar, Zeki Müren, Gönül Yazar, Behiye Aksoy sadece bunlardan birkaçıdır.
Şarkıyı dinleyenler İzmir’deki Agora’dan habersiz Balat’ta ki Agora Meyhanesi’ne akın ederler. Çünkü şarkıdaki Agora Meyhanesinin burası olduğunu düşünmektedirler.
Haliyle geceleri burası hınca hınç dolmaya başlar. Öyle popüler bir mekân olur ki tam 286 Türk Filmi’nin Meyhane bölümleri burada çekilir.
Yani ucuz şarapların satıldığı meyhane Türkan Şoray’ları, Yılmaz Güney’leri, Fikret Hakan’ları, Ayhan Işık’ları, Cüneyt Arkın’ları ağırlamaya başlar.
TAHTA MİNARE CAMİİ
Vodina caddesi üzerindedir. 1458 yılında, Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırıl-mıştır.1957 yılına gelindiğinde, cami, cemaati tarafından onarıma tabi tutulmuştur. Cami: kare planlı, çatılı ve kagirdir. Son cemaat yerinin üstü, kadınlar mahfilidir. Tavan içi ahşaptır. Mihrap: ayetli Kütahya çinileriyle döşenmiştir. Önceleri ahşap olan ve camiye ismini veren tek şerefeli minare: yenilenme döneminde betonla yapılmış, külahı ve alemi madendendir. Cami yanındaki çeşme: Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılmıştır
Bulgar kilisesi-Sveti Stefan Demir Kilise : Eksarhane binasının hikayesi
Fener semtinin Haliç kıyısında yer alır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde, bir taraftan kendi devletlerini kurma çabasında olan Bulgarlar, öbür taraftan da Ortodoks olmalarına rağmen, Fener’deki Rum-Ortodoks Kilisesi’ne bağlı kalmak istemezler, kendilerine ait bağımsız ve milli bir Bulgar Ortodoks Kilisesi arzu ederler. Sultan Abdülaziz işi zora koşarak kilisenin inşasına bir şart koşar.
Abdülaziz: “Size izin veriyorum ama bir şartım var. Kiliseyi üç hafta içinde yapacaksı-nız!” der.
1892 yılında mimar Hovsep Aznavour tarafından Viyana’da hazırlanan dökme demir yapı iskeleti parçaları Tuna Nehri ve Karadeniz üzerinden İstanbul’a getirilerek, Os-manlı yönetiminin verdiği süre içinde yapının inşası sağlanmıştır ve kilise 1898’de i-badete açılmıştır.İlk prefabrik yapılardan biri olarak dünya mimarlık tarihinde önemli bir yer tutar.
Bulgarlara Sultan Abdülaziz’in 28 Şubat 1870 tarihli fermanıyla Osmanlı İmparatorlu-ğu Bulgar’ları ayrı bir dini cemaat olarak tanıdığını bildirir. “Eksarhlık” müeessesi tah-sis edilmiş ve İstanbul’da bir eksarhhane kurulmuştur. (Eksarh, yönetici sıfatıyla gö-rev yapan din adamlarına verilen isimdir. 500 ton demir kullanılarak inşa edilen kilise Ufak gemilerle buraya getirilmiş. Komple demirden oluşan bu kilise, vidalarla denizin üzerinde monte edilmiş. kubbe ve miğferleri altından oluşuyor. Kilise üzerindeki haç-lar da altın işlemeden oluşuyor.
Kilise,Brezilya’dan getirilen ve suya karşı oldukça dayanıklı olan ağaçların üzerine monte edilmiş. Demir malzeme deprem, su ve rüzgar akımlarına karşı en az etkile-necek malzeme olarak düşünülür. Prefabrik olarak parçalar döküm olarak imal edilir. Apsis; üzerinde İsa, Meryem ve Aziz tasvirleri var. “Roze” veya “Gül” olarak da anıla-bilen yuvarlak pencerelerle tasarım tamamlanmıştır. 282 adet jet graut kolon çakıl-mıştır.Kilisenin alt katındaki sanat galerisi, Sveti Stefan kilisesi hakkında daha detaylı bilgi sahibi olmak isteyenler açısından da mutlaka görülmelidir. Kilise renkli camla-rı ,altın ışıltıyla parlayan kulesi, iç dekoru, Rus yapımı çanları ve büyüleyici mimariye sahip.
üç kubbeli, 40 m yüksekliğinde bir çan kulesi,Toplam 500 ton ağırlığında demir dökülmüş, dökülmüş olan parçalar Viyana’dan Tuna ve Boğazlar yoluyla gemilerle İstanbul’a getirilmiş ve parçalar İstanbul’da birleştirilmiştir. Kilisenin dünyada ayakta kalmış olan tek demir kilise olduğu söylenmektedir. Kilise 1898'de tamamlandı. Tüm parçalar somun, cıvata, perçin veya kaynakla birbirine bağlanmıştır. Mimari açıdan kilise, Neo-Gotik ve Neo-Barok etkilerini birleştirir. St.Stephen, dünyanın hayatta kalan birkaç prefabrik dökme demir kilisesinden biridir.
Yorumlar
Yorum Gönder